Stj. Dr. Gamze Karabacak, Stj. Dr. Seda Karslı, Prof.Dr. Ahmet Dobrucalı
İnsanın yaşamında ve çevresine uyum sağlamasında vücuttaki yararlı mikroorganizmalar önemli rol oynarlar. Vücut hücreleri ile mikroorganizmalar arasında kurulan ilişkiler insanı çok çeşitli mikroorganizmalara bağımlı hale getirmiştir. Bu ilişkiyi bozan faktörler insan vücuduna zarar vererek çeşitli rahatsızlıkların ortaya çıkmasına yol açabilirler. Modern yaşamla birlikte memeli hücresi ve mikroorganizmalar arasındaki ilişki zayıflamış ve geçmişte daha az rastlanan hastalıklar daha sık görülür hale gelmiştir. Bu tür hastalıklar “hijyen teorisi” ile açıklanmaya çalışılmıştır. Gelişmiş ülkelerde daha hijyenik ortamlarda yaşama sonucunda vücuttaki bakteri kolonizasyonunun gelişimi yetersiz olmakta, çiftlik yaşamının sürdürüldüğü bölgelerde yaşayan insanlarda ise dış ortamdaki bakterilerle temas devam ettiğinden bu gelişim daha belirgin ve etkin olmaktadır. Bu hipoteze göre doğal ortamda yaşayan insanlarda, örneğin allerjik hastalıklar gibi bazı hastalıkların görülme sıklığı gelişmiş ülkelerde yaşayanlardan daha azdır. Bu ortamlarda yaşayan insanlara antibiyotik tedavisi uygulandığında allerjik hastalıklara hassasiyet geliştiği görülmüştür.
Normal Barsak Florası
Normal flora özellikle deri, ağız boşluğu, üst solunum yolları, kalın barsak ve vajen gibi bazı vücut bölgelerinde normal şartlarda yaşamakta olan çeşitli bakteri ve fungusları (mantarlar) tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Sindrim sisteminin değişik bölgelerindeki floranın bakteri yoğunluğu farklıdır. Bakteri yoğunlukları midede 0-1000bakteri/ml, onikiparmak barsağı ve üst ince bağırsaklarda (jejunum) 100-100.000 bakteri/ml, alt ince barsaklarda (ileum) 1000-1000 000 000 bakteri/ml, kalın bağırsakta (kolon) 1010-1012 bakteri/g dır.
Normal flora üyelerinin bulundukları bölgelerde bir hastalık oluşturma potansiyelleri düşüktür (düşük virülans) ve ev sahibi oldukları konakta patojen değillerdir, hastalık yapmazlar. Ancak yerleşim yerlerini terk ederek vücudun başka bölgelerine ulaşmaları halinde bir hastalığa neden olabilirler. Kalın barsaklar (kolon) sindirim sistemindeki bakterilerin ana yerleşim yeridir. Normalde sindirim kanalında yüzlerce farklı bakteri türü bulunmaktadır. Bunlardan bazıları insan için yararlıyken bazıları da hastalık yapıcıdır. Bu bakteriler sindirim kanalında bir denge içinde yaşarlar. Uzun süreli antibiyotik kullanımı, cerrahi girişimler, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların kullanımı vb. hallerde bu denge bozulur ve zararlı bakteriler baskın hale gelerek hastalık oluşumuna yol açabilirler. Probiyotikler, bu dengenin tekrar sağlanmasında yardımcı olurlar.
Probiyotik nedir?
Probiyotikler, ağız yolu ile yeterli miktarda alındığında sindirim sistemine ulaşarak kişinin sağlığını olumlu yönde etkileyen yararlı mikroorganizmalardır. Bu mikroorganizmalar barsak florasında dengeyi düzenleyerek kişinin sağlığını olumlu yönde etkilerler. “Probiyotik” kelimesi yunancadan türemiş olup ‘yaşam için’ anlamına gelmektedir. İçinde raf ömrü sonuna kadar yeterli miktarda canlı probiyotik mikroorganizma içeren (108cfu/g) gıdalar probiyotik gıdalardır.
Prebiyotik nedir?
Üst sindirim sisteminde sindirime uğramadan kalın barsağa ulaşabilen ve oradaki bazı bakterilerin çoğalmasını ve aktivitelerini uyaran besin maddelerine prebiyotik denir. Genellikle kompleks karbonhidrat yapısındadırlar. Prebiyotikler insan bağırsağında sindirilmeyen ve emilmeyen ve sindirim sistemi florası üzerinde olumlu etkileri olan besin maddeleridir. Anne sütündeki galaktooligosakkaritler, soğan, sarımsak, buğday, enginar, muz gibi çeşitli besinlerde bulunan fruktooligosakkaritler, laktüloz ve inulin bu maddelere örnek verilebilir. Prebiyotikler kalın bağırsaktaki mikroorganizmalar tarafından fermante edilir ve kısa zincirli yağ asitleri (asetat, propiyonat, bütirat vb.) açığa çıkar. Kısa zincirli yağ asitleri mikroorganizmaların çoğalmasına yardımcı olur.
Sinbiyotik (synbiotic) nedir?
Probiyotik ve prebiyotikleri birlikte bulunduran ürünlere sinbiotik denir. Probiyotiklerin, prebiyotiklerle birlikte alınması bağırsakta daha uzun süre canlı kalmalarını sağlayarak probiyotiklerin etkinliğini arttırır.
Probiyotiklerin özellikleri ve etki mekanizmaları
Probiyotikler esas olarak laktik asit bakterileridir. Yoğurt yapımında kullanılan mikroorganizmalar (Lactobacillus bulgarius ve Streptococcus thermophilus) dışında tüm laktik asit bakterileri barsak florası elemanlarıdır. Probiyotikler bağırsak mukoza hücreleri tarafından salgılanan mukus tabakası içinde çoğalabilirler ve bu salgı içindeki müsin maddelerini enerji kaynağı olarak kullanabilirler. Bir maya olan Saccharomyces boulardii, lactobacillus ve bifidobacterium türleri gibi bakteriler bu organizmalara örnek olarak verilebilir. Bu bakteriler laktik asit, asetik asit, propiyonik asit gibi maddeler üreterek bağırsak ortamının asiditesini artırılar. Bu sayede ortamda zararlı bakterilerin üremesini engellerler ve bağırsak florasını düzenlerler. Etkileri büyük çoğunlukla sindirim sistemi üzerinde olmakla birlikte ürogenital sistem ve solunum sisteminde de etkilidirler.
Probiyotiklerin etki mekanizmaları tam olarak anlaşılamasa da; birçok hastalığın tedavisinde ve bazı hastalıkların önlenmesinde olumlu etkiler gösterdikleri kanıtlanmıştır. Özellikle çocuklarda rotavirüs ile gelişen akut ishallerin ve clostridium difficile enfeksiyonunun tedavisinde oldukça etkilidirler. Antibiyotiğe bağlı ishalin önlenmesinde kullanılabilirler. Irritabl bağırsak sendromunda karın şişkinliği ve gaz gibi şikayetlerin hafifletilmesinde yardımcı olabilirler. Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi bağırsak florasında dengesizlikle giden inflamatuar barsak hastalıklarının tedavisinde de probiyotiklerin olumlu etkileri olduğu gösterilmiştir. Kadınlarda antibiyotik kullanımı sonrasında vaginal floranın değişmesiyle ortaya çıkan vulvovaginal candidiasis probiyotiklerle tedavi edilebilir. Probiyotikler üst solunum yolları enfeksiyonlarını ve diş çürüklerini önleyici etkileri nedeniyle akut romatizmal ateş gibi hastalıkların proflaksisinde de kullanılabilmektedir. Probiyotiklerin, gen hasarına yol açan enzimlerin üretimini engelleyerek kolon ve mesane kanseri riskini azalttıkları kanıtlanmıştır.
Piyasada bulunan probiyotikler kapsül, tablet veya toz şeklinde satışa sınılmuştur. Probiyotik ürünlerin bazıları tek bir mikroorganizma içerirken birçok preparat birden fazla bakteri türünün karışımı şeklinde hazırlanmıştır. Etkin bir bağırsak kolonizasyonu için probiyotik ürünler yeterli miktarda canlı mikroorganizma içermelidir. Probiyotiklerin etkili olabilmesi için gerekli olan minimum doz ile ilgili kesin bir bilgi yoktur fakat bağırsak kolonizasyonun oluşma ihtimalini arttırmak için milyonlarca mikroorganizma birarada alınmalıdır. Probiyotiklerin içerdiği bakterilerin bağırsağa ulaşıp burada kolonize olabilmeleri için preparatlar yeterli miktarda ve düzenli olarak (hergün) alınmalı, mide asidi ve safra tuzlarından etkilenmemeli, bağırsaktaki epitel hücrelerinin yüzeyine yapışma özelliğine sahip olmalıdırlar. Bir probiyotik tüm bu özelliklere sahip olsa bile ömrü oldukça kısadır. Probiyotiklerin diğer mikroorganizmalarla besin yarışında onlara yardımcı olacak prebiyotiklerle birlikte kullanılması etkilerini artırabilir.
Probiyotik kullanımı genelde vücut tarafından iyi tolere edilir. Herhangi bir ciddi yan etkileri yoktur. Ancak, bağışık sistemi baskılanmış, sentral venöz kateteri olan veya genel durumu bozuk ağır hastalığı olan hastalarda dikkatli kullanılmalıdırlar. Bu kişilerde nadir de olsa alınan probiyotik bakteriler vücutta yaygın enfeksiyonlara yol açabilirler. Probiyotikler canlı organizmalar olduklarından antibiyotiklerle birlikte kullanıldıklarında etkinlikleri azalır. Bu nedenle antibiyotikle birlikte kullanılmamalı, birlikte kullanımları gerekli olduğunda da en az 2 saat arayla alınmalıdırlar.
Probiyotikler;
• Bulundukları ortamdaki besin maddelerini tüketerek patojen (hastalık oluşturan) bakterilerin bu besin maddelerinden faydalanmalarına engel olurlar.
• Diğer bakterilerin barsak mukozasında tutunacakları bölgeleri kapalı tutarlar.
• Bakteri toksinlerini parçalatarak nötralize ederler.
• IgE (Immunglobulin E) türü antikorların üretimini azaltarak allerjik yanıtı azaltırlar.
• Bağışıklık sistemi hücrelerinin [TH1 (T Helper-1), lenfositlerin ve makrofajların ] aktivitesini artırırlar, bağışıklık sistemini uyarırlar.
• Laktik asit, hidrojen peroksit, bakteriyolizin vb. inhibitör maddeler üreterek patojen bakterilerin kolonizasyonunu önlerler.
• Prokarsinojenlerin karsinojenlere dönüşümüne engel olurlar.
• Barsaktaki kanserojen maddeleri tüketirler.
• Biotin ve pridoksin gibi B vitamini türlerini ve folik asit üretirler.
• Amonyak ve indol gibi zehirli maddelerin birikimini ve emilimini azaltırlar.
• Barsak duvarının geçirgenliğini azaltırlar ve bağırsak hareketlerini hızlandırırlar.
• İdrar yolu enfeksiyonlarını, vaginiti önlerler.
Probiyotik Kullanımının Önerildiği Hastalıklar:
• Viral orjinli ishaller
• Turist ishali
• Antibiyotik ishali, C.difficile enfeksiyonu, poşit tedavisi (Bkz.poşitis)
• İrritabl bağırsak sendromu, kronik kabızlığın bazı türleri
• İnflamatuar bağırsak hastalıkları (Bkz. Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı)
• Laktoz intoleransı
• Cerrahi sonrası enfeksiyonların önlenmesi
• Astım, alerjik rinit, besin allerjileri gibi allerjik hastalıklar
• Karaciğer yağlanması (alkole bağlı olmayan)
• Karaciğer sirozunda peritonit ve ensefalopatinin önlenmesinde
• Helikobakter pylori enfeksiyonu tedavisinde yardımcı olarak (Bkz. Gastrit)
• Ürogenital hastalıklar
Kaynaklar:
1- Roberfroid M, Gibson GR, Hoyles L et al. Prebiotic effects: metabolic and health benefits. Br J Nutr. 2010;104:1-63.
2- Williams NT. Probiotics.Am J Health Syst Pharm. 2010;67:449-58.
3- Gupta V, Garg R. Probiotics. Indian J Med Microbiol.2009;7:202-9.
Sorularınız için;
Prof.Dr.Ahmet Dobrucalı
0216 3505372